|
 |
|
KÖYDEN BİLGİLER
|
|
|
|
|
|
 |
|
DESTAN VE MENKIBELER |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
KARACA AHMET HAKKINDA BİLGİLER:
ALINTI:Sümer ŞENOL ISPARTALI RUMLAR KİTABI
Barla'ya 5 km. falan kaldı. Sol tarafta bir köy.
Dünkü adı "İLEMA", "ULEMA = Alimler"sözünden gelme.
Övünmeyi ortadan kaldırmış. İstanbul'da Haydarpaşa
semtine komşu "Karaca Ahmet Mezarlığının isim babası,
âlim kişinin adından almış böylesi bir "Ulema" adını.
Doğum tarihi (Eğirdir İlema köyü) 1591.Ölüm tarihi
(Kudüs) 1618. Siz bakmayın sağdaki, soldaki
"Karaca'Ahmet" isimlerine. Onlar, yörelerinin
yerleşikleri. Bizimki ise, bilimdeki üstünlüğümüzü,
saray emriyle Kudüs'e kadar götürmüş bir âlimdir.
Yunus Emre misali onun da doğduğu ve görev yaptığı
yerlerde "Makam"ı vardır. Ne mutlu ona ve bize.
KAYNAK :Eğirdir "Felekabad" Tarihi, s. 97.
KARACAAHMET DEDE
Eğirdir, Bağören (İlama) Köyü yolu ayrımından 100 metre içeride sağ Tarafta ardıç ağaçlarının arsında yanında çeşme bulunan üstü açık türbedir. Türbenin içinde beton sandukadan yapılmış Karacaahmet Dede’nin mezarı bulunmaktadır. Türbenin iç yüzeyinde adak paraları, adaklar ve duvarlarda mum koymak için bölmeler bulunmaktadır. Karacaahmet Dede’ye çocukları olmayanlar, çocukları yürüyemeyenler gelmektedir. Buraya gelen ziyaretçiler üç kere, üç hafta üst üste gelerek dua ederler ve ziyaretlerini tamamlarlarmış. Ziyaret sırasında adak olarak tavuk, horoz, keçi gibi hayvanlar ile mevlit adanmaktaymış. Adak hayvanları türbenin yanında kesilir,çevrede ihtiyaç sahibi varsa ona verilir ya da fakirlere götürülürmüş. Ayrıca türbeiçine ihtiyaç sahipleri için de para bırakılmaktaymış.
Karacaahmet Dede ile ilgili birçok rivayet anlatılmaktadır. Bunlardan bazılarışunlardır: Türbe yanında yıllarca çatı malzemeleri durmaktaymış. Bu çatı malzemeleri türbenin üstü için alınmış ve birkaç kez yapılmak için uğraşılmış.Gündüz çatının bir kısmı yapılıyormuş fakat sabahleyin gelindiğinde çatı malzemeleri çevreye saçılmış olarak görülmekteymiş. Bundan anlamışlar ki,
Karacaahmet Dede türbesinin üstünü örttürmek istemiyor. Bu yüzden malzemeler bir kenara konmuş hala orada bulunmaktadır.Anlatılanlara göre türbenin yanındaki çeşmede bazı ihtiyarlar her sabah türbeden çıkarak abdest alan ak sakalı bir ihtiyar görürlermiş.
Karacaahmet Dede’nin İstanbul’daki Karacaahmet olduğunu söyleyenler varsa da bunların farklı kişiler olduğu, akraba olabilecekleri kanısı daha yaygındır. Bir rivayete göre de Karacaahmet Dede Horasan Erenleri’nden biridir.
KARACA AHMET VELİ SULTAN HZ.
Karacaahmet Sultan hakkında Hacı Bektaş Veli`nin "Velayetnamesi"nde, "Bu sırada 57 bin eren sohbet meydanındaydı;Karaca Ahmet de gözcü idi" diye geçen Karaca Ahmet Sultan, "Gözcü Karaca Ahmet" diye tanımlanır.Alevi Bektaşi literatüründe önemli bir yeri vardır. 13.yy`da yaşamış olup "Horasan erenleri"nden olduğu kabul edilen Karaca Ahmet Sultan,bir "hekim-evliya"dır. Yaşadığı dönemde bugün çağdaş tıbbın bile çare bulamadığı akıl hastalarını tedavide oldukça başarılı olduğu bilinir.Ününü de bu alandaki başarısına borçlu olan Karaca Ahmet Sultan; hastalarını telkin ve müzikle tedavi edermiş. Bu cevher adı verilen maddenin lityum tuzu olduğu, onun da melankoli nöbetlerinde etkili olduğu söyleniyor.Cevher dışındaki tedavi yöntemi ise, Karaca Ahmet Sultan`ın hastalar üstüne uyguladığı telkin ve esası semah olan dinsel müziktir. Başlangıçta belki sadece akıl hastalarının tedavisinde etkileyici olan Karaca Ahmet Sultan dergahlarının, zamanla halkın her derdine deva olan, şifa ve umut dağıtan merkezler haline geldiği bilinir. Bugün İstanbul`da Bağlarbaşı,Selimiye yolu üstünde kendi adına kurulu dünyanın en büyük mezarlığı olan "Karaca Ahmet Mezarlığı"nın bir köşesindeki türbesi, onun sevenlerinin yoğun uğrak yeridir. Burası dışında; Karaca Ahmet Sultan adına kurulmuş, Anadolu`nun çeşitli beldelerinde halkın ziyaret yeri olan 10 civarında Karaca Ahmet türbesi bulunuyor. Bunlar arasında Isparta İli Eğirdir İlçesi Bağören Köyü (İlama ),Manisa-Horoz köyü`ndeki, Afyon-Karaca Ahmet Köyü`ndeki ve Akhisar-Karaköy`deki türbeler sayılabilir. Alevi cemevlerindeki 12 hizmetten biri olan "gözcülük" hizmetinin sahibi kabul edilen Karaca Ahmet Sultan, İstanbul`a Bizans döneminde gelip dergahını kurarak halkı düşünceleri ve inançları doğrultusunda aydınlatan bir horasan dervişidir. Sayısız yararlılıkları görülen, halk tarafından çok sevilip sayılan bilge derviş Karaca Ahmet, mezarlığının bulunduğu geniş araziyi kabul etmeyip mezarlık yaptırmış.Binlerce dönüm araziden şimdi türbe olarak sadece 500 metrekarelik bir arazi kalmış. Isparta’nın Eğirdir ilçesi Bağören (İlama ) köyünde mezarı olan ve veli olduğuna inanılan Karaca Ahmet Dede için ise şöyle bir efsane anlatılır:Yatırın bekçisine rüyasında Karaca Ahmet Dede, “Ben Kıbrıs Şavaşı’na gidiyorum. Kimse ben gelene kadar ziyaretime gelmesin.” der. Nitekim savaş dönüşü rüyasında bekçiye döndüğünü haber verir. Bir gün köye bir Kıbrıs gazisi gelir. Yanında kahramanca savaşan Karaca Ahmet’i aramaktadır. Ama köyde veliden başka Karaca Ahmet adında başkası yoktur
ALINTI: TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
ISPARTA EFSANELERİ
GELİNCİK ANA EFSANESİ
GELİNCİK TEPESİ(BARLA DAĞI)
Pek çoğumuz tarafından “Barla Dağı” adı verilen Gelincik Doruğu, doğusundaki Barla kasabası ile birlikte anılır. Dağın doğusu Barla kasabası ile Eğirdir gölünün kıyısındadır. Doruğun batı eteğindeki düzlükte Atabey ilçesi yer alır. Dağın doğu-batı transı mümkünken kuzey-güney transı teknik bir rotayı gerektirmemesine karşın dağcılar açısından yeğlenmez. Çünkü dağ kuzeyden güneye bir sırt hattı çizer, doruk ise bu hattın ortasındadır. Karbonatlı kireç taşı yapısındaki dağın doruğu ve Barla kasabası arasında “Çukur Yayla” adı verilen, yaz aylarında yeşil çimenlerle kaplı güzel bir kamp alanı vardır. Gelincik Dağı (Gelincik Ana) Efsanesi: Senirkent'in 10 km. doğusunda, Senirkent'in yaslandığı dağın doğuya doğru devamı olan, Barla dağının kuzeye bakan tepesinde, 2734 metre rakımlı bir tepe vardır. Bunun üzerinde çimenlik bir düzlükte etrafı gelişi güzel bir taş yığını biçiminde sıralanmış, bir duvarla çevrili, 10 metre uzunluk ve 5 metre genişlikte, oval bir alan içinde Gelincik Ana’nın yatmakta olduğu rivâyet edilmektedir.
Birinci Rivâyet:
Her yıl buraya yaylamayı âdet edinen Sarıkeçili oymağından bir oba, günün birinde yine yaylada çadır kurar. Obanın oğlu geçen yıl burada evlenmiş ve gelin kadın ilk kınalı parmak aşını burada yaktığı ocakta yapmış. Gelinin kaynatası ona, hemen ateş yakmasını ve saç kondurmasını söylemiş. Gelin, o an aklına gelen geçen seneden kalan, toprağa soktuğu üç yanık esiyi alıp getirmek için soktuğu tarafa gitmiş. Topraktan çekip getirmiş. Hâlâ yanmakta olduğunu gören kaynatası hayretler içinde kalarak esinin toprağın içinde bir sene yanık kalmayacağını, gelinin başka bir amaçla oraya kendinden önce geldiğini ve kendini kandırdığını söylemiş. Gelin tüm saflığıyla bakmış. Elindeki yanık esileri tüm gücü ile atarak: "-Allah’ım canımı al" demiş ve can vermiş. Attığı esilerden biri olduğu yerde, ikincisi kendisinin aşağısındaki Akdere denen derenin içinde, üçüncüsü Yassıören'in altında bulunmaktadır. Adları yanık katrandır. Bu dağa daha sonra bu gelinin ismi verilmiştir. Gelin-Kaynata arasında geçen bu hadiseden sonra yaylanan bu dağa Gelincik Dağı adı verilmiştir. Burada yatan Gelincik Ana mezarına adak adamaya, dilek dilemeğe gelinmektedir.
İkinci Rivâyet:
Her sene yaylamaya gelen Sarıkeçili oymağından olan Yörükler geldikleri tepedeki yaylaya bir çadır kurarlar. Daha yeni evli olan gelinin kaynanası gelinden bir ateş yakmasını ve yemek pişirmesini ister. Gelin şuradan, buradan, çalı, çırpı toplar, ancak çıkan rüzgar dan ateşi yakamaz veya yanında kibriti yoktur. Gelin bütün çabalarına rağmen ateşi yakamayınca cadaloz kaynana, elinde oklava değneğiyle geline çok şiddetli saldırır. Ne olduğunu anlamayan gelin geçen seneden kalan küllere başını eğer ve saçlarını küllere bular. Meğer se, ta geçen seneden küllerin altında kalmış olan kıvılcım zavallı gelinin saçlarını tutuşturarak orada yığılı çalı, çırpı de alev alev yanar ve gelin de bu alevlerin içinde kül olur. Facia yerine yetişen güveyi ve Obanın gün görmüş leri bu hale acırlar, göz yaşı dökerler. Hain kaynana diz çöküp Hakk'a yalvarır ve masum gelinine yaptığına pişman olur; Ama, iş işten geçmiştir. Gelinciğin kemiklerini bu ocağın mezarına gömerler ve bu dağa Gelincik Ana adını verirler.
3. Rivayet:
Isparta'nın Gelincik Ana Efsanesi Mehmet Mollaosmanoğlu'nun yeni romanı KUTSAL ADALET'e konu oldu. Mollaosmanoğlu bu romanı için efsaneyi yeniden düzenledi ve kendi tarzıyla kaleme döktü. 17-07-2009 Pitaşşa, Tanrı’nın ayrıcalıklı ülkesi... Lanet yağdı üstüne, ağıtlar semaya yayıldı bulut bulut… Güneş utandı, saklandı ağıt bulutlarının arkasına, Ay kaçtı görünmedi günlerce, yerine bir canavarın gözü aydınlattı geceyi… Ulu Tanrım affet mağdur Pitaşşa’yı, Pitaşşa’nın suçu yok... Suçlu olan kraliçe, bu kadar güzel olmasaydı keşke… Ah o bahtsız kraliçe… Oysaki en güzel çiçeklerden bin fersah daha güzeldi, Karanfil pembesiydi teni, saçlarında şafaklar açardı gün boyu Rüzgâr eserdi şafağın kızıllığında, mis kokular salardı Pitaşşa’ya. Nicedir yeşil fistan giyerdi, toprak imrenirdi rengine… Gül Hatun’du adı, bahar sevdalıydı adına, endamına. Yiğitlerin boynu büküktü, vurulmuştular haspaya… Tanrı unutulmuştu, lanet böyle doğdu işte. Ulu Tanrım affet mağdur Pitaşşa’yı, Pitaşşa’nın suçu yok... Suçlu olan kraliçe, bu kadar güzel olmasaydı keşke… Pitaşşa ülkesinin göl kıyısında bir Gelincik Ana yaşardı, Yüreği de kocamandı vücudu gibi, kalender bir dev idi. Üç oğluna adamıştı kendini, yetiştirmişti Davraz’ı Kara’yı ve Sidre’yi… Bilemedi heyhat, can parçalarının kraliçeye vurulacağını, Vurulup da yüreklerinin talan olacağını… Oğullar yiğitti, savaşmayı erkeklik bilirdi, Dövüşeceklerdi, muzaffer olan Gül Hatun’u alacaktı. Ne Gül Hatun’un haberi vardı bu cenkten ne de Tanrı’nın. Ulu Tanrım affet mağdur Pitaşşa’yı, Pitaşşa’nın suçu yok… Suçlu olan kraliçe, bu kadar güzel olmasaydı keşke… Gelincik ana ağladı, gözyaşları ırmak olup aktı göle, Kara bulutlar çöreklendi semaya, felaket yüzünü gösterdi aheste… Bir kara bulut kalktı gölün üzerinden canavarın dili gibi uzandı Pitaşşa’ya. Dinlemediler analarını, vazgeçmediler sevdadan, inatçıydı üç yağız oğlan. Kalktı Gül Hatun’a gitti Gelincik Ana, bağrı yanarken son bir umut… O da şaşırdı bu işe; onlar dev, ben insanoğlu olacak şey mi? Buna Tanrı’nın izin vermeyeceğini bilmezler mi? Gelincik Ana yalvardı, Pitaşşa aşkına yardım istedi, Bir çözüm yolu diledi, Tanrı’nın laneti akmasın dedi… Dedi de ne oldu heyhat, haylaz oğlanlar bildiklerini eyledi. Ulu Tanrım affet mağdur Pitaşşa’yı, Pitaşşa’nın suçu yok Suçlu olan kraliçe, bu kadar güzel olmasaydı keşke… Oğullar cebbardı, kanları girdaplı bir çağlayan… Gül Hatun saftı, anlatacaktı onlara gafil işe daldıklarını. Yüreklerindeki yangın Cehennem ateşine döndü bir anda, Zavallıyı dinlemediler bile, cenge daldılar anında. Davraz zalimce püskürttü ateşini kardeşlerine doğru, Sidre küçüktü, alevler üstünden geçti, savruldu Kara’ya, Kara doğuştan yanıktı, kara yağızdı, ateş onu yakmadı… Sükûnet denizini yakarak yol aldı zalimin alevleri, Kuşlar kaçıştı, böcekler saklandı, bahar yeli terk etti Pitaşşa’yı. Zavallı Gül Hatun kaçamadı, sunaktaki kurban gibi biçare… Pembe teni küle döndü oracıkta, savruldu semadaki karabulutlara. Bahtsız Gelincik Ana, ağıtlar yaktı, gözyaşlarını kara bulutlara saldı. Pitaşşa’nın üstüne küllü bir yağmur yağdı gün boyu… Her yer is karası oldu, yerin tozu göğün sisine karıştı. Ulu Tanrım affet mağdur Pitaşşa’yı, Pitaşşa’nın suçu yok Suçlu olan kraliçe, bu kadar güzel olmasaydı keşke… Tanrı hiddetliydi, karabulutların arasından gösterdi yüzünü, Şimşekler çaktı, hortumlar yıktı geçti bahar rüzgârlarının. kentini Lanet dalga dalga sarıyordu güzellikler ülkesinin fecrini, Oğullar şaşkındı, mıh gibi çakılıp kalmışlardı toprağa. Pitaşşa harap olmuştu, Gelincik Ana bedbaht… Tanrının hikmetine kalmıştı her şey, insanlarla devler pişman… Ulu Tanrım affet mağdur Pitaşşa’yı, Pitaşşa’nın suçu yok Suçlu olan kraliçe, bu kadar güzel olmasaydı keşke… Karabulutlar çekildi, bir sükûnet yerleşti huzursuz yüreklere, Tanrı duydu duaları, nefesini rüzgâr yapıp üfledi. O rüzgâr dedi; yağmurla inen Gül Hatun’un külleri yeşersin. Yeşil fistanı yaprak olsun, pembe teni mis kokan bir çiçek… Gül densin adına, Güller Diyarı olsun Pitaşşa.. Bolluk ve huzur gelsin yeniden, gül kokusu bereket getirsin. Siz Davraz, Kara ve Sidre; Tanrı’nın laneti üzerinizden kalkmasın. Bir dağ olarak kalın mıhlandığınız yerde, bu lanetin abidesi gibi… Tanrı buradan gitti artık, Güller Diyarı’nı bekleyin arşa kadar. Böyle diyerek keder saldı gönüllere tellal rüzgâr… Ulu Tanrım affet mağdur Pitaşşa’yı, Pitaşşa’nın suçu yok, Suçlu olan kraliçe, bu kadar güzel olmasaydı keşke… Gelincik Ana çıldırdı bu lanete, gözyaşı döktü günlerce, Yalvardı ulu Tanrı’ya başı kalkmadı secdeden… Beni de dağ yap dedi, ayrı koyma yiğitlerimden. Tanrı duydu ananın sesini, son bir daha gösterdi yüzünü… Dileğin buysa, ol dedi; Gelincik Ana Dağları artık adın. Oğullarına bak gündüz gün ışığında, gece ayın mehtabında. Lakin sonsuza kadar değil, muradın Gül Hatun’un kucağında… Rüzgâr fısıldayarak anlattı bitap Gelincik Ana’ya, Çok vakit geçecek lakin Gül Hatun canlanacak… Saflığına artık Tanrı karışmayacak. Eski Gül Hatun olursa huzur ve dirlik devam edecek… Fani olup hırsa kapılırsa lanet akacak Pitaşşa’ya… İşte o zaman, Davraz ejderha olup ateşini salacak ovanın, Üstüne. Kara ve Sidre zelzele vurmuş kayalar gibi çakıl parçalarına Dönüşecek sırayla Ova yerle bir olacak, nehirlerinden kan, irin akacak, Pitaşşa’nın kaderi gün gelecek Gül Hatun’un elinde olacak. Rüzgâr böyle dedi, sonra tozu toprağa kattı gitti. Ulu Tanrım affet mağdur Pitaşşa’yı, Pitaşşa’nın suçu yok, Suçlu olan kraliçe, bu kadar güzel olmasaydı keşke…
*Pitaşşa Isparta’nın Hitit dönemindeki adı - M.Ö: 1000-2000
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ |
|
|
|
|
|
|
KÖYÜMÜZÜN İSMİ SİZCE NE OLSUN
ESKİ İSMİ İLAMA KÖYÜ OLSUN |
69,23% |
 |
BAĞÖREN OLARAK KALSIN |
9,55% |
 |
ÜLEMA KÖYÜ OLSUN |
21,22% |
 |
377 toplam oy:
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
İLAMA KÖYÜ -EĞİRDİR/ISPARTA |
|
|
|
|
|
 |
|
NAMAZ VAKTİ |
|
|
|
|
|
 |
|
DUYURU & MESAJLAR |
|
|
|
|
|
|
BAĞÖREN KÖYÜ DERNEĞİMİZ KURULMUŞTUR.
Sayın Hemşehrilerimiz. Köylülerimizi bir çatı altında toplamak, vefat eden köylülerimizi anmak için faaliyetler düzenlemek, Köy tüzel kişiliği bünyesindeki her türlü yapının bakım, onarım ve güzelleştirme faaliyetlerini gerçekleştirmek, fakir ve muhtaç insanların her türlü ihtiyaçlarını gidermek, ihtiyaç sahibi öğrencilere burs vermek, üyeler arasında yardımlaşma ve dayanışma bilincini geliştirmek amacıyla “Bağören Köyü Sosyal Yardımlaşma, Dayanışma ve Kalkındırma Derneği” kurulmuştur. Kurucular Kurulu; Menderes Metin TOKAT, Abdurrahman SİNAP, Yasin ERDENK, Hayri ÖZGÜVENÇ, Servet ÖZTÜRK, Yalçın DEMİRAĞ, İsmail AKÇİÇEK
Köyümüz için hayırlı olmasını diliyoruz. |
|
|
|
|
|
 |
|
HAVA DURUMU |
|
|
|
|
|
 |
|
İLDEN HABERLER |
|
|
|
|